26 Eylül 2010 Pazar

Orman ve Cİ.F. İşler - Doğa Okur Yazarlığı

akıl fikir - 23.09.10 prş (72. hafta)




Orman ve Civarındaki Faydalı İşler - Zeki Yemez, Itır Erhart, Hakan Eğilmez
ve Besim Sertok








konumuz "doğa okur yazarlığı"
konuımuz da yazar evren yiğit

yazarım diyebiliriz
3 kitabım var, öykü
bir de çocuk masal kitabım var

8 yaşımdan beri yazıyorum

boğaziçİ ingiliz dili ve edebiyatı
bilgi de karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisans
şimdi de doktora düşüncesi var

yayıncılık yapıyorum
ama kitap değil program yayınlıyorum
trt'da 4, 5 yıldır çocuk programları yapıyorum

hatta bu aralar yayına grmesi beklenen bir programımız var
"1 dakika 1 dünya" olacak ismi
ve çocuk hakları hakkında bir program

evren'in bir çocuk kitabı
ayrıca büyüklere yazılmış "içindeki çocuk ölmesin" kitapları var

peki "doğa okur yazarlığı" nasıl bir şey evren?

bilgi üni'de "karşılaştırmalı edebiyat" konusunda yüksek lisans yaparken
sevgili hocam süha uğuzeltem (özertem)
bir derste bize "çevreci edebiyat eleştirisi"ni anlatmıştı
ve ben de mest olmuştum "bu nedir? diye

o ders sırasında bize bazı okumalar da verdi hoca
benim zaten 2 tutkum
"doğa" ve "edebiyat" işin içinde olunca ben de bu işe sarıldım
tez konusu belirlenme aşamsında da ben bu konuyu seçtim
ve "çevreci edebiyat eleştirisi" üzerine hazırladığım tez çalışmaları sırasında da
"doğa okur yazarlığı" yani "ekolojik okur yazarlık" kavramı ile tanıştım

doğa okur yazarlığı derken anladığımız şekilde bir kitap okumayı kastetmiyoruz
doğadaki sistemleri, aralarındaki ilişkileri anlama yetisine doğa okur yazarlığı diyoruz

peki kitap okumuyor isek nasıl öğreniyoruz?

doğanın kendisinden elbette
doğa bizim en büyük öğretmenimiz
eskiden büyükannelerimiz bize ağaçları ve özelliklerini anlatırlardı mesela

bir dut ağacının ya da dut ağacının üstündeki tırtılın ne menem bir şey olduğunu biz bu şekilde bilirdik
flora ve faunayı da bu şekilde tanıma imkanımız olurdu



ama günümüzde aşırı bir modernleşme, yer değiştirme, göç olgusu
peşine doğadan kopmayı da getirdi
artık doğa okur yazarlığı için şehirden doğaya çıkıp
yanımızda da doğayı bilen biri ile gezmemiz gerekir duruma geldi
yani o bize demeli ki
"şu şu ağacı
yaprakları şöyle tırtıllıdır
sebebi de şudur
"
(aklıma osman dayım ile yıllar yıllar evvel köy çevresinde yaptığımız bir traktör gezintisi geldi hocam
osman dayım biz traktörle giderken
hangi ağacın önünden geçsek
hangi tarlanın yanında bulunsak anlatmıştı bana
"işte bu şu ağacıdır
bak, görüyor musun daha yeni çiçek açmış
yakında meyve de verir bu


ya da

"bak bu tarlaya şimdi darı ekmişler
daha önce de buğday
frezleri bak, gördün mü
bu tarla çok iyi ürün verecek
şimdiden belli bu"

daha 10lu yaşların ilk öbeğinde filandım
dayımın o sohbetini hiç unutmadım hocam
asıl bilgi bu diye geçirmiştim içimden
asıl kültür bu
asıl yaşamak dediğimiz şey bu
)


doğa okur yazarlığımızı arttıramaz isek
bunun sonuçlarını en yakın zamanda görmek zorunda kalacağız
hali hazırda da görüyoruz zaten
küresel ısınma örneğinde bunu bire bir yaşıyoruz aslında

fityop capra isimli teorisyen
ki kendisi doğa okur yazarlığının ilk teorisyenlerinden kendisi
der ki
"gelecekte insanlığın hayatta kalması
doğa okur yazarlığına ne kadar bağlı kaldıkları ile orantılı olacak
"

doğa okur yazarlığında ne kadar geride kaldığımızın bir örneğini vereyim isterseniz, zeki yelmez (sanırım)
abd'de ilkokul çocukları arasında bir araştırma yapıyorlar
ve onlara
"süt nasıl yapılır?" diye soruyorlar
büyük çoğunluğu gazoz gibi endüstriyel bir takım işlemlerle yapıldığı cevabını veriyor
yani süt'ün ineklerin memesinden sağıldığını bilmiyor çocukların yarısından daha fazla idi

yani şunu iyice anlamamız gerekiyor
dünya olmadan biz de yokuz, evren
ben kendi çocukluğumdan bir örnek vereyim
8 yaşında bir vakfın çevre kampına katılmıştım
o kampta bize öğlene kadar teorik bilgi veriyorlardı
ağaçlar, küresel ısınma, fabrika bacaları vsr

ardından da dışarı çıkar bu anlatılanları gözümüz ile görüdük
bu bahsettiğim gemlik'te bir kamp idi
şu anda böyle bir vakıf yok
ben o kamptan döndükten sonra belli bir süre elime pet şişe alamadım
halen de pet şişe kullanırken çok fazla düşünürüm
çünkü onu kullanıyor olmanın dünyaya maliyetini o kampta öğrendim



wonderful world - nick cave and bad seeds, besides and variety cd'sinden




evren yiğit konuğumuz
konumuz doğa - ekolojik okur yazarlığı


doğa okur yazarlığı eksikliği aslında
çocuklara bunun eğitimini verememekle de alakalı sanırım
ne dersin bu konuda evrim?

david orr'un
kendisi de bir doğa okur yazarlığı teorisyeni
der ki
"şu anda yaşadığımız çevre krizi aslında
tamamı ile bir eğitim krizi
"

eğitime neyi dahil ettiğiniz kadar
neyi dahil etmediğiniz de önemli

çocuklara ağaçları tanıtmaz iseniz
onlardan bunu bilmelerini de bekleyemezsiniz
az önce verdiğiniz örnek
"sütün nerden geldiğini bilmeyen çocuklar" örneğinde olduğu gibi

mesela bir şehir efsanesi de vardır bu tip
kayısıları ğaçta gören çocuk
"aaaa, bunları buraya kim asmış" örneğinde olduğu gibi


çocuğu doğaya çıkarıp onu doğa ile başbaşa bırakır iseniz
o da doğa ile ilgili bir vicdan geliştirir
ve büyüdüğünde de doğaya saygılı olmayı kendiliğinden geliştirir

kendimden örnek vermem gerekirse
benim "çevreci edebiyat eleştirisi" konusuna merak sarmış olmam
küçükken gittiğim o kamptan kaynaklandı
hem edebiyat hem de doğa ile ilgilenebiledceğim bir alan bulabildim

aslında biz her zaman doğaya karşı bu denli duyarsız değildik
19. yy osmanlı yaşamında durum bambaşka imiş
senin de bu konuda çalışmaların var değil mi? zeki erhat

benim yüksek lisans tez konum bununla alakalı idi
tez konumda
19. yy'da batılı yazarların gözünden istanbul'a çevreci bir yolculuk yaptım

bu çalışmada
batının her yerinden 19. yy'da istanbul'a gelen yazarların yazdıklarında
çevre ve doğa ile ilgili neler anlatmış olduklarına baktım



robert walsh
19. yyda gelen bir yazar
ve servi'den bahsetmiş bir yazısında
der ki
"servi aslında eski çağlardan beri bir cenaze ağacı olmuştur
eski yunan ve romalılar onu bu şekilde görüyorlardı
türkler de avrupaya geldiklerinde bunu benimsediler
"

şimdi ilginç noktaya geliyoruz
"ailede bir birey doğduğunda ya da öldüğünde
bir ağaç dikmek doğululara özgü bir uygulamadır

dolayısı ile aileden bir birey toprağa gömüldüğünde
akrabaları mezarın ayakucuna bir servi dikerler
mezarın başına da bir taş koyarlar
ve dindar oğul da
aynı şimdi ölmüş olan babasının o doğduğunda diktiği çınar ağacına yaptığı gibi
babasının anısını korumak için dikilen bu servi ağacını düzenli olarak sular
"



günümüzde istanbulda yaşayan bizler için
doğumda çınar
ölümde de servi ağacı dikme fikri bize hayli uzak görünüyor
ben mesela
şu an bir çınarım olsun isterdim benimle aynı yaşta
(köyde iken fazıl dayım ile osman dayım bana kendileri doğduğunda
dedemin diktiği ve yanyana olan ağaçları göstermişlerdi
dedem onlar bunu anlayacak yaşa geldiğinde ağaçları göstermiş
ve
"bunlar sizin ağaçlarınız
iyi bakın
" demiş
ve onlar da -zaten ikisi arasında 1 yaş ya var ya yok-
kendi ağacı diğerinkinden daha çabuk büyüsün diye gözleri gibi bakmış
bana bunu anlattıkları sıra artık 4 ya da 5 metre olan ağaçlara
)


ben de şu an şehirde yeşil alan dediğimde
aklıma mezarlıklar geliyor
iyi ki mezarlıklar var diyorum kendi kendime
çünkü onlar da olmasa yeşil alan da kalmayacaktı şehirde, besim sertok
ama eskiden mezarlıkla olan ilşki de farklı imiş değil mi? besim sertok

evet evet
eskiden insanlar mezarlıklara piknik yapmak için gidiyorlarmış
19. yy'da aileler mezarlıklara piknik yapmaya gidip
hem ordaki yakınlarını anıyıor
hem de orda piknik yapıyorlarmış
gül ağaçları ve servilerle dolu mezarlıklara


ama bugün bunun fikri bile bize ürktücü geliyor
mezarlıklar artık toplumsal bilinçaltında
belki de sinema ve tv'nun etkisi ile
"zombilerin, yaratıkların" yeri olarak algılanıyor



yaşam ile ölüm algısı ile bağlantılı aslında bu durum
ölüm olmadan yaşamın da olamayacağı şeklinde bir düşünce hakimdi
19. yy'da
o nedenle ölümden de korkmak gereksiz görülür
ölüm ile yaşam içiçe bir hayat sürdürülürdü

teofil gautier
ki kendisi istanbul'u çok güzel anlatan yazarlar arasındadır
onun bir anlatısında mesela
kırlangıçlar birden kahveye girerler
ve kahvedekiler hemen ellerinde ne varsa onunla kırlangıçları beslerler



ya da nerval'den bir örnek verebilirim
19. yy fransız romantikleri arasındadaır
o da bir yazısında
leyleklerin bi kahveye gelip
insanların yanında durup
insanların ellerinden yem yediklerini uzun uzun anlaıyor

hatta nerval
"leylekler kahveye indiler
sakin ve saygılı bir şekilde insanların kendilerine yem vermesini beklediler
" demiş


başka bir örnek
antuan olivier
hem tıp adamı hem de bir gezi yazarı
o da tophane civarında gezerken bir hububat yığınını farkediyor
kuşları görüyor orda
kuşlar orda hububat yığınında içinde rahat bir şekilde besleniyorlar
gautier de merak edip soruyor ordakilere
"bu kışlar sizin malınızı yiyor, neden müdahale etmiyorsunuz" diyor
insanlar da "allah isterse seneye de rızkımızı verir
o hayvanlar da allahın yarattığı canlılar
biz onlara da bakmak durumundayız
" diyorlar
böyle bir doğa ile uyum içinde yaşama durumu var yani

benim de aklıma bir ahbabım geldi şimdi siz bunu aktarınca, besim sertok
kendisinin ahbaplık ettiği bir kargası var
ve mezesini filan onunla paylaşıyor
karga da kendisine verilen kadar meze ile iktifa ediyor
fazlasını talep etmiyor


yapılması gereken aslında şehrin hızından sıyrılıp
doğanın yavaşlığını hissetmek
, evren

ben mesela bu programa gelirken hızlı hızlı yürüdüm
şehirde yaşıyorum çünkü
bir parka gidip şu an yaşadığımız sonbaharı hissetmek
düşen yapraklara bakmak
doğayı şehirde de hissedebiliriz
çünkü şehrin içinde de doğa var
ama biz bunu görür isek var
, evren

ne şanslıyız ki istanbul'da yaşıyıoruz
onu biz ne kadar kirletsek de
istanbul hala çok güzel
bunu bizim de hissetmemiz gerekiyor bana kalırsa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder